Fellik fellik aramak: Telâşla, hemen her köşeye bakarak heyecanla aramak.“Bütün her yeri fellik fellik aradım ama bıçağı bulamadım.”
Felsefe yapmak: Olayların sebep ve sonuçları üzerine kendince birtakım soyut düşünceler ileri sürmek.
Fena etmek: Kötü duruma düşürmek, işini bozmak, zor durumda bırakmak, dövmek.“Biraz daha konuşursan seni fena edeceğim.”
Fener alayı: Bayram gecelerinde kalabalık halk topluluklarının, ellerinde fener veya meşalelerle şehri dolaşarak yaptıkları gösteri.
Feragat sahibi: Gönlü tok, özveri gösterebilen, fedakârlık yapabilen.
Fermanlı deli: Deli olduğu herkesçe bilinen, zır deli.“Halk bu ülkeyi fermanlı delilerin eline bırakmayacaktır.”
Ferman dinlememek: Kural, yasa, söz dinlememek; hiçbir yerden buyruk almamak.“Âşığın gönlü ferman dinlemez oldu.”
Fesat kumkuması: Tamamiyle kötülük düşünen, insanları birbirine düşürecek işler yapan, ortalığı karıştıran.
Fırıldak çevirmek: Düzen kurmak, hileli iş görmek.“Yine ne fırıldak çeviriyorsun sen?”
Fırsat düşkünü: Çıkar sağlamak, kötülük yapmak için fırsat kollayan kimse.“Fırsat düşkünü insanlardan nefret ederim.”
Fikir almak: Birinin düşüncesinden yararlanmak.“Fikir alınacak insanlar konularında bilgili kişiler olmalı.”
Fikir vermek: 1. Bir konuda düşüncesini bildirmek. 2. Bir konuda yol gösterici bilgi edinmek.“Nasıl yapmalıyım? Bana biraz fikir versenize.”
Fikir yürütmek: Bir konu üzerinde kendi düşüncesini söylemek, tahminlerde bulunmak.“Bu konuda fikir yürütmek işime gelmiyor.”
Fincancı katırlarını ürkütmek: Zararı dokunacak bir kimsenin hoşuna gitmeyen bir davranışta bulunmak.“Kaymakamla konuşurken dikkatli ol, fincancı katırlarını ürkütme sakın!”
Fink atmak: Hiçbir şeye aldırmadan gönlünce gezip eğlenmek, şurada burada oynayıp zıplamak.
Fiskos etmek: Birilerinin bulunduğu bir yerde birkaç kişi gizlice ve alçak sesle konuşmak.“Utanmıyor musunuz bu kadar kişi içinde fiskos etmeye?”
Fitil olmak: 1. Çok içip sarhoş olmak. 2. Aşırı ölçüde kızmak.“Fitil oluyorum şu adamın hareketlerine!”
Fitne sokmak: İnsanları birbirine düşürecek, aralarını bozacak davranışta bulunmak, sözler sarf etmek.
Fiyat biçmek: Bir şeyin değerini belirlemek, para karşılığını tespit etmek.“Bu malın fiyatını biçmek o kadar kolay değil.”
Fiyatı dondurmak: Fiyatın yükselmesini önlemek, fiyatların olduğu gibi kalmasını sağlamak.“Belediye et fiyatlarını dondurmaya yanaşmıyor.”
Fiyat kırmak: Fiyatı birilerinin verdiğinden az vermek, fiyatı düşürmek.“Müteahhitlerden ikisi anlaşarak ihalede fiyat kırma yoluna gittiler.”
Fol yok yumurta yok: Ortada (bir konu ile ilgili) hiçbir belirti olmadığı hâlde varmış gibi bir kuşkuya düşmek.“Henüz ortada fol yok yumurta yok, sen adama para ödemeye kalkışıyorsun.”
Fondip yapmak: İçeceği bir dikişte, bir solukta içmek. “Kardeşimle her sabah bir bardak sütü fondip yapıyoruz.”
Fora etmek: Açmak, çözmek.“Bütün yelkenleri fora ettik.”
Formül bulmak: Bir çözüm, işi çözümleyecek çıkar yol bulmak.“Sabahtan beri bir formül bulmaya çalışıyorum, sense yatıyorsun!”
Forsu kalmamak: Sözü geçmez olmak; bir konuda saygınlığı, gücü kalmamak.“Adamları arasında da forsu kalmayacak onun.”
Foyası meydana çıkmak: Yalanı, dolanı, hilesi, kötü niteliği, kusuru ortaya çıkmak.“Yakında onun da diğerleri gibi foyası meydana çıkacak.”
Fukara babası: Yoksulları koruyup gözeten, onlara yardım elini uzatan, elden geldiğince yardım etmeyi seven kimse. “Çok malı yoktu ama fukara babasıydı, kaç kişiye yardım etti.”
Funda demir etmek: Demir atma komutu vermek.“Körfeze iyice girince kaptan funda demir edin dedi.”
Fütur getirmemek: Bezginlik getirmemek, umutsuzluğa düşmemek.“Sakın fütur getirme, göreceksin başaracağız.”
sinavdonemi sizden yorumlarınızı bekliyor
Gâvur inadı: Yok edilemeyen, önüne geçilemeyen, yumuşatılamayan inat.“Adamın yine gâvur inadı tuttu, gelmem deyip duruyor.”
Gazel okumak: 1. Gazel söylemek. 2. Kandırmak ve oyalamak için boş sözler söylemek.“Boşuna gazel okuma, kandıramazsın beni!”
Gece kuşu: Geceleri gezip dolaşan, bunu huy edinen kimse.“Bizim oğlan iyice gece kuşu oldu.”
Geceyi gündüze katmak: Ara vermeden, devamlı çalışmak; büyük çaba göstermek.“Geceyi gündüze katıp çalıştık ve bu evi yaptık.”
Geçer akçe: Herkesçe aranılan, beğenilen, değerli (şey).“Elimizdeki tek geçer akçemiz şu arabadır.”
Geçimini sağlamak: Yaşamak için gerekli olanı elde etmek.“Geçimini sağlamak için hemen her yola başvurdu.”
Geçmişini karıştırmak: Birinin ölmüşlerini yermek veya onlara sövmek.
Geçti Bor’un pazarı (sür eşeğini Niğde`ye): “İş işten geçti artık, fırsatı kaçırdın” anlamında kullanılır.
Gel gelelim: “Fakat, ama, ancak” ve “Ne çare ki..” anlamlarında kullanılır.“Gel gelelim onlara, daha teklifimizi kabul etmediler.”
Gelip çatmak: Vakti gelmek, kaçınılmaz olmak, çok yakında olmak.“Ödeme gününün gelip çatacağını hiç düşünmedin mi?”
Gel keyfim gel: Bir durumdan duyulan memnunluk, işlerin yolunda gitmesi anlatılır.
Gel zaman git zaman: Aradan epeyce bir zaman geçtikten sonra.“Gel zaman git zaman bu ikisi beraberce yaptılar bu evi.”
Gemi azıya almak: 1. Söz dinlemez olmak. 2. At, gemi azıları arasına alıp etkisiz bırakarak süvarisinin yönetiminden çıkmak ve kendi istediğince koşmak.
Geniş gönüllü: Heyecan ve telâş göstermeyen, merak etmeyen, olayları hoş karşılayan.“Geniş gönüllü olmak benim için o kadar kolay değil.”
Geri basmak: Geri geri gitmek.“Heyecanlanınca geri basmaya başladı.”
Geri çekilmek: 1. Kaçmak, bulunduğu yerden arka arkaya doğru gitmek. 2. Karıştığı bir işi sürdürmekten ya da sürdürenler arasında bulunmaktan vazgeçmek.“Düşmanın çokluğu karşısında geri çekilmekten başka çaremiz kalmamıştı.”
Geri çevirmek: İade etmek, geldiği yere göndermek, kabul etmemek.“Ona aldığım hediyeyi rüşvettir diye geri çevirdi.”
Geri durmamak: Bir işe girmekten kaçınmamak, o işe girişmek.“Ona bu işi yapmaktan geri durmamasını söyle, sonunda başaracaktır.”
Geri hizmet: 1. Ordunun çeşitli gereksinimleri ile ilgili işlerin tümü. 2. Etkinliği ikinci dereceden sayılan, kolay görev.“Senin bu savaşta, geri hizmette bulunacağını söylediler bana.”
Geri kafalı: Yenilikleri kabul etmeyen, bağnaz, kafası hurafelerle dolu.
Gıcık tutmak: Bir süre boğaz gıcıklanmasına yakalanmak, konuşamamak.“Gıcık tuttuğu için konuşmasını yarıda kesmek zorunda kaldı.”
Gıcık vermek: 1. Birini kızdırıp sinirlendirmek. 2. Boğazı yakıp kaşındırarak öksürmeye yol açmak.“Gıcık veren bu tatlıyı yiyemiyorum.”
Gık dememek: Hiç sesini çıkarmamak, yakınmamak, karşı çıkmamak.“Bütün hepsi üzerine yürüdü ama o gık demedi.”
Gına gelmek: Usanmak, bıkmak.“Bu işten gına geldi artık.”
Gırla gitmek: 1. Bol bol ortaya dökülüp harcanmak. 2. Uzun sürmek.
Gırtlağına kadar borca girmek: Pek çok, ödenmesi zor olacak şekilde borçlanmak.“Nasıl gülerim, gırtlağıma kadar borca girdim.”
Gırtlak gırtlağa gelmek: Kıyasıya dövüşmek ya da dövecek hâle gelmek.“Komşumla gırtlak gırtlağa gelecektik az kalsın.”
Gidiş o gidiş: “Gitti ve kendisinden bir daha haber alınamadı” anlamında kullanılır.
Göbeği çatlamak: Birçok güçlükleri yenmek için çok uğraşmak, pek çok çaba sarf etmek.“Onu razı edeceğim diye göbeğim çatladı.”
Göbek adı: Yeni doğan çocuğun göbeği kesilirken konulan ad.“Senin göbek adın nedir?”
Göğsü kabarmak: İftihar etmek, övünç duymak.“Senin başarılarınla göğsüm kabarıyor oğlum.”
Göğüs geçirmek: Üzüntülü bir şekilde soluk almak, içini çekmek.“Eski hatıraları gözünde canlanınca derin derin göğüs geçirdi.”
Göğüs germek: Bir zorluğa dayanmak, karşı koymak.“Bu güne birçok zorluklara göğüs gererek geldik.”
Göklere çıkarmak: Aşırı ölçüde övmek.“Adamı bu basit iş için göklere çıkartıp şımarttıkça şımarttılar.”
Gökten zembille mi indi?: “Ona niçin ayrıcalık gösteriliyor?”, “Onun ne özelliği var ki ona özel imkânlar tanınıyor?” anlamında kullanılır.
Gölge düşürmek: Bir şeyin önemini ve değerini azaltacak, ününü düşürecek işler yapmak.
Gölge etmek: 1. Işığa engel olmak. 2. Bir işin yapılmasına engel olmaya çalışmak.“Gölge etme de şu işi zamanında yapayım.”
Gölgesinden korkmak: Çok korkak olmak, en basit işlere bile girmekten korkar olmak.“Gölgesinden korkan adamlarla hiçbir işe girilmez.”
Gönlü bol: Yeterli imkânlardan mahrum olmasına rağmen eli açık davranan, cömert.
Gönlü kalmak: 1. Gücenmek. 2. İstediği hâlde elde edemediği şey üzerinde isteği devam etmek.“Gönlüm o vitrindeki elbisede kaldı.”
Gönlü kara: Başkaları hakkında kötü düşünen, onların iyiliğini istemeyen.
Gönülden geçirmek: Bir şeyi yapmayı düşünmek, olmasını istemek, o şeyi düşünür olmak.“Ben de o işi yapmayı gönlümden geçirmiştim.”
Gönlünden kopmak: Birine iyilik yapma ya da bir şeyi verme isteği, içinde aniden doğuvermek.“Gönlünden kopanı vermek kadar güzel bir şey olamaz.”
Gönlüne göre: İsteğine uygun olarak, dilediğine göre.“Allah gönlüne göre verir inşallah.”
Gönlü tok: Fazla para ve mal istemeyen, zorunlu ihtiyacı kadarı ile yetinen, imkânları az da olsa bunu hissettirmeyen, bu durumda dahi cömert olan.“Onun kadar gönlü tok bir adam görmedim.”
Gönül almak: 1. Sevindirmek, hoşnut ettirmek. 2. Kırılan, gücenen bir kimseyi güzel söz ve davranışlarla yeniden hoşnut etmek.“Daha fazla uzatmadan o çocukların gönlünü almalısın.”
Gönülden çıkarmak: Anmaz ve sevmez olmak.“Onu gönlünden çıkarmışsın anlaşılan.”
Gönül eri: Açık yürekli, güvenilir, hoşgörüsü geniş, ehli dil (kimse).“O ihtiyar adam tam bir gönül eriydi.”
Gönül kırmak (yıkmak): Birini çok üzecek, gücendirecek davranışta bulunmak.“Gönül kırmakta üstüne yoktur onun.”
Gönüllü gönülsüz: Pek de istekli olmayarak.
Gönül okşamak: Birini hoş bir davranış ve sözle sevindirmek.“Gönlünü okşamak mı istiyorsun, bir gül uzat ona.”
Gönül yapmak: Hoşa giden davranışlarla veya sözle birinin kırgınlığını gidermek.
Görüş açısı: Bir soruna yaklaşma, onu ele alma biçimi.“Dar bir görüş açısı ile sorunlar çözümlenemez.”
Gövde gösterisi: Belli bir amaç için güçlerini birleştiren kalabalıkların yaptıkları gösteri.“Muhalefet partisi büyük bir gövde gösterisi yaptı.”
Göz açamamak: İşlerinin yoğun oluşu sebebiyle başka bir şeyle ilgilenme imkânı bulamamak.“Şu büronun işleri yüzünden göz açamıyorum.”
Göz açıp kapayıncaya kadar: Çok çabuk, kısa bir zamanda.“O işi göz açıp kapayıncaya kadar yaparız.”
Göz açtırmamak: Baskı altında bulundurarak başka bir şeyle uğraşmasına fırsat vermemek.“Çalışan işçilere hiç göz açtırmadı.”
Göz alıcı: Alımlı; şekli, rengi ve güzelliği ile dikkat çekici.“Oldukça göz alıcı bir elbise.”
Göz atmak: Kısaca, dikkatli değil de şöyle bir bakıvermek; üzerinde fazla durmadan elden geçirmek.“Kütüphaneye şöyle bir göz atıp gitti.”
Göz boyamak: Gösterişle aldatmak, bir şeyi iyi gibi göstermek, kandırmak, yanıltmak.
Göz bebeği: Pek değerli, sevgili, çok önem verilen (kimse).“Babam benim göz bebeğimdir.”
Gözdağı vermek: Korkutmak, tehdit etmek, istediğini yaptırmak için yıldırmak.“Ona öyle bir gözdağı verin ki bir daha buralara ayak basmasın!”
Gözden çıkarmak: Bir malın elinden çıkmasına katlanmak, bir şeyden vazgeçmek ve yokluğuna razı olmak.“Evi ister istemez gözden çıkardılar.”
Gözden düşmek: Kendisine daha önce duyulan sevgi ve ilgiyi kaybetmek.“Eskisi gibi top oynayamayan Ali bir senede gözden düştü.”
Gözden geçirmek: 1. Okumak. 2. Durumu incelemek. 3. Niteliğini anlamak için bir şeyin her yanına bakmak.“Yapılan işleri gözden geçirdiniz mi?”
Gözden kaybolmak: Ortadan çekilmek, görünmez olmak.“Adam biraz önce buradaydı ama gözden kayboldu.”
Gözden ırak olan gönülden de ırak olur: “Ayrı düşenlerin arasındaki sevgi de zamanla azalır” anlamında kullanılır.
Gözden kaçmak: Farkına varılmamak, ortadan çekilmek, görülmemek.“Nasıl oldu da gözden kaçırdık onu.”
Gözde tütmek: Çok özlemek, hasret çekmek.”Yıllardan beri gözümde tüten köyüme yarın kavuşuyorum!”
Göz dikmek: Bir şeyi ele geçirmek isteğinde olmak.“Komşusunun tarlasına göz dikti.”
Göz doldurmak: Hâli, tavrı ve görünüşü ile beklenenden çok etkilemek.“Vitrine konan elbiseler göz dolduruyor.”
Göze almak: Bir iş nedeniyle karşılaşabileceği her türlü zararı ve tehlikeyi önceden kabullenmek.“Vatan için kim ölümü göze almaz ki?”
Göze batmak: 1. Başkalarını aşırı söz ve davranışlarıyla tedirgin etmek. 2. Kıskançlığa, çekememezliğe yol açmak.“Her davranışınla gözüme batıyorsun. Kendine bir çeki düzen ver.”
Göze çarpmak: Görünüşü ile dikkati üzerine çekmek.“O uzun boyuyla hemen göze çarpıyordu.”
Göze girmek: Yetenekleri ve davranışları ile çevresinde, bulunduğu yerde sevgi ve güven kazanmak.“Kısa zamanda göze girmeyi başardı.”
Göze göz, dişe diş: Misilleme; aynı biçimde kötülük yapıp öç alma, kötülüğü yapandan acısını çıkarma.“Düşmanla artık göze göz, dişe diş mücadele edilecektir.”